Archive For The “Satranç Hakkında” Category
Sene 1972. Tüm dünya nefesini tutmuş satranç dünyasının yaramaz çocuğu Fischer ile beyefendi Spassky’nin Dünya Şampiyonluğu için mücadelesini izlemektedir. Tahta başında oynanan sadece satranç değildir; bu aslında bir tür Amerikan ve Rus tarzı yaşamın mücadelesidir. Galip gelen oyuncu Dünya Şampiyonu olmakla kalmayacak, aynı zamanda mensubu olduğu rejimin daha zeki insanlar yaratabildiğinin ispatlamış olacaktır.
Türkiye’deki satranç severler de “Asrın Satranç Maçı”na ilgisiz kalmazlar. Tüm satranç severler arasında ise bir ismin çok ayrı bir yeri vardır; Bu isim İsmet Paşa’dır.
“Milli Şef” İsmet İnönü tüm gelişmeleri heyecanla izlemektedir. Fischer rakipleri Larsen ve Taimanov’u 6-0’lık inanılmaz skorlarla yendikten sonra ilk oyunu adeta intihar edercesine kaybetmiştir. İkinci oyuna da kamera gürültülerini protesto amacıyla çıkmayınca Fischer daha ünvan maçının başında 2-0 yenik duruma düşmüştür.
Ünvan maçını bırakmaya karar veren Fischer son anda maçın hakemi Lothar Schmidt tarafından ikna edilir ve üçüncü maça çıkar. Siyahlarla oynayan Fischer çok parlak biçimde oyunu kazanır. Sonraki oyunlarda da 3 galibiyet elde eden Fischer 8. oyun sonunda 4-2 öne geçmeyi başarmıştır.
Ünvan maçının devam ettiği sırada Maltepe’de Pempe Köşk’te kalmakta olan İsmet İnönü tüm bu heyecanlı gelişmeler üzerine etrafındakilere “Satranççı birini gönderin de anlatsın bakalım neler olup bitiyor” der ve “Aklı başında birini getirin” diye ekler.
2007 Türkiye Yaş Grupları Satranç Turnuvası Psikolojik Görüşme ve Gözlem Raporu 27.01.2007 – 03.02.2007 Tarihleri arasında Antalya Kemer Limra Otelde düzenlenen turnuva sırasında tarafımdan yapılan görüşme ve gözlemlere ilişkin rapordur. Yapılan Görüşme Ve Gözlemler: Turnuvanın ilk günü yaka kartındaki yazının okunamayışı nedeniyle gerek hakemler gerekse veliler tarafından bolca uyarı (hakem değilseniz, salondan çıkınız gibi) alınmıştır. Zamanla ‘ Psikolog ’ tanınmış ve karmaşa yaşanmamaya başlanmıştır. Turnuva süresince, bazı velilerde ortaya çıkan güvensizlik davranışı ve agresiflik, 8 yaş grubu velilerinin geri kalanını da olumsuz bir şekilde (siz hakem değilsiniz, o zaman çalıştırıcı olmalısınız, dışarı çıkın, sizler rakip oyuncuyu şaşırtıyor ya da kendi oyuncunuza yardım ediyorsunuz gibi) etkilemiştir. 8 yaş grubundan bazı veliler, çocuklarının yerine karşılaşmada bulunuyormuşçasına gereksiz ve abartılı heyecan gösterilerinde bulunmuşlardır. Bazı oyuncuların velilerinin gözüne baktığında paniklediği ya da salondan çıkarken normal bir ruh haline sahipken, dışarıda veli ya da çalıştırıcısından “ne yaptın, kazandın mı?” tepkisi üzerine moralinin bozulup ağladığı gözlenmiştir. Turnuva öncesinde de kaygı bozukluğu yaşayan çocukların bu durumunu “maçı kazanmak” hırsının tetiklediği ve üst düzeye taşındığı görülmüştür.
Bu tip çocuklarla “kaygı ve giderme yolları” üzerine konuşmalar yapıldıysa da etkisi kısa süreli olmuş; dolayısıyla bu çocuklarla her karşılaşma öncesi görüşme gerekliliği ortaya çıkmıştır. Aile içi sorunları turnuva ortamına taşıyıp, karşılaşmayı galip tamamlayarak, baba ya da annenin sevgisini kazanma yolunu seçen çocukların varlığı, görüşmelerin veliler üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuş; ancak sevgisi kazanılmak istenen veli yerine diğer ebeveyn görüşmelere katılmış, dolayısıyla da öneriler hedef kişilere direkt ulaştırılamamıştır. 8 yaş grubunda turnuvanın şenlik havasında geçmesi hedeflenmekle birlikte, farklı veli ya da çalıştırıcı tutumları nedeniyle çocuklar da durumdan olumsuz etkilenebilmiştir.
Çocuklar üzerinde olumlu etkinin yaratılabilmesi amacıyla, özellikle karşılaşma salonları kullanılmış, görüşme sırasında veli ya da çalıştırıcının olmamasına özen gösterilerek yarışmacı çocuklara “burada ödül en çok gülümseyen ve arkadaş edinene verilecek, önemli olan karşılaşmayı kazanmak değil, arkadaş kazanmaktır” benzeri telkinlerde bulunulmuştur. Ayrıca bu telkinlerin çocuk üzerindeki etkisi de, onun her yeni arkadaş edindiğinde keyif alarak bizlere söylemesi ve morali bozuk yaşıtlarına, aynı sözleri kullanarak moral vermesi şeklinde saptanmıştır. Moral vermek amacıyla yanına yaklaşılan çocukları bizlerden uzaklaştıran çalıştırıcılar kadar; olaya çok olumlu yaklaşıp, “insanlık kazandı, maç önemli değil” yaklaşımıyla öğrencilerini rahatlatıp motive eden çalıştırıcı tutumları da mutlulukla izlenmiştir.
Çocukların birinci tip çalıştırıcıdan ürküp o moral bozukluğuyla diğer karşılaşmalarda da başarısız olabilirken; olumlu yaklaşıma maruz çocukların daha kendine güvenle oynayıp kazandıkları görülmüştür. Çocukların büyük bir kısmının anne baba ya da çalıştırıcı sevgi/güvenini, karşılaşma sonucuna endeksleyerek oynadıkları, bunun yarattığı gerilimin de psikosomatik rahatsızlıklar (özellikle baş ağrıları, soluk almakta güçlük, mide ağrıları ya da bulantıları, kusma v.b.) olarak kendini gösterdiği görülmüştür.
Turnuvanın kış mevsimine rastlaması nedeniyle, çocukların bedensel rahatsızlıklarıyla karşılaşmalara çıkması, buna psikolojik faktörlerin de eklenmesiyle daha da belirginleşebilmiştir. Bazı anne babaların, kendi yapamadıklarını çocuklarına yükleyip beklenti düzeylerini yukarılara çekmesi, çocuk için ulaşılmaz hedefler olmuş ve satranç sporuna bakışını değiştirebilmiştir. Sürekli görüşülüp, salonlarda da gözetim altında bulundurulan bazı sporcuların öz güven eksikliği yaşadıkları, buna bağlı olarak da birilerinin desteğine gereksinim duydukları anlaşılmış; sporcuların anne baba ya da çalıştırıcılarıyla görüşülerek “kendine güvenip inanırsa, sonucun her türlü kendi lehine gelişeceği, ama bunları söylerken öncelikle kendilerinin buna inanarak söylemeleri gerektiği” vurgulanmıştır.
Bazı oyuncuların UKD puanlarına takılıp baştan rakibi küçümseme ya da büyütme davranışına girdikleri görülmüş; bu tip bir ön yargının oyuncu arkadaşına ve kendi şahsına bir saygısızlık olduğu anlatılarak, satrancın bir spor, hem de oynarken keyif alınacak bir spor olduğunun anımsanması için telkinlerde bulunulmuştur. Küçük yaş grubundaki sporcuların “Şenlik” havasına giremeyiş nedenlerinden biri olarak da, ortamın çok kalabalık oluşu ve yan masalarda “Yarışan” sporcuların varlığı saptanmıştır. Bazı çocuklarda bir takım tiklerin (parmak emme, bacak sallama, göz kırpma v.b.) varlığı gözlenmiş, velilerine önerilerde bulunulmuştur. Kalınan otelde Açık Büfenin oluşu, bazı çocukların beslenme rejimini bozmalarına ve mide rahatsızlıkları yaşamalarına neden olmuştur. Bu rahatsızlıkların psikolojik bir kökeni yoktur.
Sporculardan küçük bir kesimin, rakip oyuncuya psikolojik baskı kurarak oyunu oynamadan kazanmayı hedefledikleri (ben çok başarılı bir oyuncuyum, madalyalarım var v.b.) görülmüştür. Benzer şekilde bazı hırslı sporcuların, rakiplerinin oyunu farklı yönlendirmesine aşırı kızıp öfke nöbeti geçirerek centilmenliğe sığmayan yanlış davranışlar sergilediği görülmüş, oyuncu uzun uğraşılar sonrasında sakinleştirebilmiştir. Aynı sporcu annesi ile birlikte özel görüşme talep etmiş, görüşme sırasında çocuğun eğitimiyle ilgili bir öfke nöbeti geçirdiği anlaşılmıştır. Öfke krizi geçiren çocukların annelerinde, çocuklarına karşı aşırı ödün verici ve teslimiyetçi eğitim tarzının kullanıldığı dikkat çekmiştir. Özellikle 10 – 12 yaş grubu sporcularında oyuncu arkadaşının rahatsızlığına aşırı duyarlı olanların yanı sıra, bazı oyuncuların bu rahatsızlığı kullanma eğiliminde oldukları ve çok acımasız davrandıkları görülmüştür.
Ya şah-mat yapmanız ya da rakibinizi nakavt etmeniz gerekiyor. Hem zihinsel hem de fiziksel hünerleri birleştirince ortaya satranç boksu çıkıyor. Eğer boks eldiveni alacak kadar bütçeniz ve biraz beyin hücresi kaybetme cesaretiniz varsa, bu spor tam size göre. Oyunun başında altı raunt satranç oynuyorsunuz ve ringe çıkarak beş raunt ta fiziksel gücünüzü gösteriyorsunuz. Satranç tahtasında ya da ringin zemininde oyunu kazanmanız mümkün. Kurallar ise şöyle : Her satranç raundu 4 dakika, her boks raundu 3 dakika olmak üzere maç toplam 39 dakika sürüyor. Her raunt arasında, oyuncuların kıyafetlerini değiştirmeleri için birer dakika mola veriliyor. Her oyuncunun satranç rauntlarında hamlelerini yapmak için toplam 12’şer dakikası var. Satrançta mat olan, ya da süresini geçiren, boksta ise nakavt olan ya da hakem kararı ile yenik ilan edilen ya da her iki oyundan birinde maçtan çekilen oyuncu maçı kaybediyor. Eğer satranç maçı berabere biterse, boks maçında iyi puan alan maçı kazanıyor. Eğer boks maçında da beraberlik olmuşsa, satrançta siyah taşlarla oynayan maçı kazanıyor.
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/diger-sporlar/329671-satranc-boksu-nedir-satranc-boksu-hakkinda-genel-bilgiler.html#ixzz1SZgoGbQR
Satranç meleği: Charlie’nin Melekleri’nden Kate Jackson bir TV röportajı sırasında TV seyretmek yerine Sargon satranç bilgisayarı ile oynamayı tercih ettiğini söylemiştir.
Kötü bir gün! Avusturyalı usta Josef Krejcik bir simultanede 1910 yılında 25 oyun oynadı ve hepsini kaybetti.
Kurallara uygun bir biçimde satranç oynayabilen ilk satranç programı MIT’de Alex Bernstein tarafından 1858-59 yılında yazıldı.
Garry Kasparov 19 yaşındayken, dünyanın en güçlü ikinci oyuncusu kabul ediliyordu.
99. doğum gününe az bir süre kala ölen Macar Gyorgy Negyesy (1893-1992) en uzun yaşamış satranç ustasıdır.
Dr.Emanuel Lasker herkesten daha uzun süre Dünya Şampiyonluğu ünvanını muhafaza etmiştir – 26 yıl 337 gün.
Dünyanın en genç Büyükustası olma başarısını 12.5 yaşında Sergej Karjakin elde etmiştir. Ve da hala bu rekoru elinde tutmaktadır. 12 Ocak 1990 doğumlu Sergey Karjakin’den önce en genç Büyükusta ünvanını elde eden bazı oyuncular şunlardır:
Bobby Fischer: 15 yaşında
Judit Polgar: 15 yaşında
Ruslan Ponomariov: 14 yaşında
Bu Xiangzhi: 13 yaşında
Oxford 1845 yılında satranç kulübünü kuran ilk üniversite idi.
Garip gözükebilir ama Brooke Shields (evet, o Brooke Shields) 1990 Dünya Satranç Şampiyonası’nın organizasyon komitesinin bir üyesiydi.
Gazetede ilk satranç köşesi 1813 yılında Livepool Mercury’de basıldı.
George Kaltanovski 1960 yılında arka arkaya 56 körleme oyun oynadı. 50 tanesini kazandı, diğer 6’sını berabere yaptı.
Jose Capablanca Cleveland’da 103 oyuncuya karşı aynı anda oynadı. Sadece 1 tanesini berabere yaparak hepsini kazandı!
Koyu ve açık renklere sahip ilk satranç tahtası 11. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktı.
Usta bir satranççı olmamasına rağmen Lenin Yazışmalı satrançla o kadar çok ilgilenirdi ki sık olarak uykusunda bunun hakkında konuşurdu.
Telefonla ilk satranç oyunu 1878 yılında Derbyshire, İngiltere’de iki kişi tarafından oynanmıştır.
Star Trek’in televizyon serisinde Kaptan Kirk ve Mr.Spock üç kez satranç oynadılar. Kirk tüm oyunları kazandı.
Boris Yeltsin Sverdlosk Satranç Kulübü’nü kurdu. Anatoly Karpov’un açılışı yapmasını sağladı.
1974 yılında Stockholm ilk Bilgisayar Satranç şampiyonası’na ev sahipliği yaptı. Yarışmayı Sovyet programı Kaissa kazandı.
İlk cep satrancı 1845 yılında Roget’s Thesaurus’un yazarı Peter Mark Roget tarafından icad edildi.
Sürrealist ressam Salvador Dali klasik taşların yerini gümüş parmakların aldığı bir satranç takımı dizayn etti.
Kendi oyunlarını gözden geçirmenizin en büyük katkısı yaptığınız hatalardan ders çıkararak aynı hataya bir daha düşmemenizdir.Eğer siz kendi oyunlarınızı analiz etmezseniz size göre doğru olan hamleleri yapmaya devam edersiniz.Buda taktiksel olarak size eksi şeklinde geri döner.Aynı zamanda kendi oyunlarınızı analiz etmeniz demek kendi satranç stilinizi keşfetme ve geliştirmeyide sağlar.
4-)Taktikler,Taktikler,Taktikler
Taktik çalışmak ve basit temalar üzerinde yoğunlaşmak size önemli ölçüde pratiklik kazandırır.Yeni başlayanlara yönelik taktik olarak; genel matlar ve terimleri (çatal,şiş,opozisyon vs.) öğrenmekle başlamalıdır.Orta seviyeli oyuncular için ise; Açılışlar,konumsal oyun için gerekli etmenler vb. gibi faktörlere yönelmelidir.
5-)Özel Dersler
Bir satranç oyuncusunun kendine ait bir antrenörü olması o kişi adına büyük bir deneyimdir.Özel derslerde hem satranç gelişiminize daha rahat katkıda bulunma ve bu işin psikolojik olarak moral vermeyle satranca katkıda bulunmasında büyük bir ölçüt vardır.Aynı zamanda bir antrenörle çalışmak klüplere girmek ve turnuvalara katılmak gibi aktivitelerde vardır.Bu sayede oldukça tecrübe kazanırsınız.
Satranç tarihi kadar eski olan bu soruyu cevaplamanın vakti gelmiştir artık:’Atlar mı daha önemlidir yoksa filler mi?’ Bu konuda gereğinden fazla yorum yapılmıştır, fakat bana göre bunların hemen hemen hiçbiri konunun tam olarak özünü yansıtamamaktadır. Tüm söylenenler fil ya da atın çeşitli konumlardaki kuvvetli veya zayıf yönlerini belirtmekten ibarettir. Hangisinin daha önemli olduğunu belirleyebilmekse bundan daha fazlasını değerlendirmeyi gerektirir.
İlk olarak, henüz başlangıç konumunda oyuncuların taşları nasıl konumlandırdıklarını hiç gördünüz mü? Hangisine daha fazla vakit harcanır sizce, atlar için mi yoksa filler için mi? Tamda tahmin ettiğiniz gibi, herkesin atlarını nasıl konumlandıracaklarına dair bir fikri vardır. Bazıları aynı benimde yaptığım gibi atlarını kendi Şah’ına doğru yönlendirmektedir. Bazılarıysa her iki atında aynı yöne doğru bakması gerektiğini düşünür. Ve bundan ayrı olarak saldırgan bir oyun tarzına sahip olanlarsa atlarını rakip figürlere doğru yöneltirler. Tüm bunlar bir yana, hiç taşlarını düzeltirken filleri üzerinde vakit harcayan birisiyle karşılaştınız mı? Hangimiz fillerin üzerinde vakit harcarız ki? Ya siz?
Sonrasındaysa taş alımı konusu gündeme gelmektedir. Bildiğiniz gibi bir atı almak sıradan bir iş değildir. Atı almak için baş ve işaret parmağınızı mı kullanırsınız yoksa tüm parmaklarınızı aynı anda mı kullanırsınız? Bu ikinci metod genellikle atlarını rakip Şah’a doğru yönlendiren kişiler tarafından kullanılmaktadır. Şimdi file bakalım, fili herkes sadece alır. Herhangi bir fikre(düşünceye) ihtiyaç yoktur. Alırsınız ve kenara atarsınız. Sadece bu kadar. Al ve bırak! Bırakın da şöyle ifade edeyim, bir atla hamle yapmak aşk dolu bir şeydir. Başka hiçbir taş parmaklarımıza bu kadar yakışamaz.
Ve şimdi taşlara daha yakından bir göz atalım. Hangi taşın üretiminde daha fazla çaba gerekir? Cevap belli, tabi ki atlar. Neden tüm satranç reklamlarında atların ne kadar özenle üretildiği hep ön plana çıkartılır da, filler hiç mevzu bahis bile olmaz? Çünkü fillerde tahtadaki diğer tüm taşlar gibi sıradan yollarla üretilmektedir. Ben hiç harika el yapımı filler sloganını kullanan reklama rastlamadım, ya siz? Açıkçası, atlar üretilirken tahtada bulunan tüm taşlardan daha fazla özen gösterilmektedir, estetik kesinlikle daha ön plandadır; ve bunun kesinlikle bir sebebi olmalı.
Çok önemli olan başka bir konu, eğer kişi zaman sıkışmasındaysa en çok güvenilen ve belki de en kuvvetli figür hangisidir, tabi ki AT. Zaman sıkışmasında nerden geldiği bile belli olmayan bir at çatalından daha sıkıntılı bir durum olabilir mi? Ve emin olun benim başıma çok geldi, hiçte eğlenceli olduğunu söyleyemem.
Son noktayı koyacak olursak, bu konu üzerinde ne tartışmanın ne de ardıl sorular sormanın bir anlamı yoktur. Atlar kesinlikle tahtanın estetik açıdan en parlak, gizemini sürekli olarak koruyabilen tek taşıdır.
Satranç 2 bin yıldır var olmasına rağmen eğitimde değerli bir araç olarak kullanılabilmesi yeni yeni kavranılmaktadır. 1997 yılında yapılan araştırmalar matematik, fen ve okuma alanlarında görülen başarıların arkasındaki gizli başarının satranc sporuna ait olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte kavrama yeteneğindeki ciddi gelişmenin yanısıra bilgiye ve mantığa dayalı çıkarımlarda, varsayım, stratejik düşünebilme, mantık, geleceği kurgulama ve karar verme gibi alanların gelişiminde satranç çok önemli rol oynamaktadır. Zihin ile ilgili konular dışında, satranç sporunun : kişisel değerleri güçlendirme, başkalarına saygılı olma, sabır ve farklı bakış açılarını kabullenebilme gibi sosyal davranışların üzerinde de etkisi çok önemlidir.
Yine yapılan araştırmalar göstermiştir ki satranç sporu için gerekli olan beceriler dil öğrenmek için gerekli olan becerilerle benzerlik göstermektedir. Özetle, teknik bilgi ( taşların ve hareketlerinin öğrenilmesi, açılışlar ve diğer yöntemler) ve bu bilginin uygulanmasından ibarettir. Edinilen bilgi eğitim ve deneysel geri bildirimle desteklenerek geliştirilir. Öğrencilerin otomatik olarak daha karmaşık düşünme becerilerini kazanması sağlanır. Bilimadamları, matematikçiler ve satranç sporcuları arasında yapılan karşılaştırmalarda düşünme tarzlarının yeni fikirlerden çok kaliteli yaratıcılık şeklinde olduğu gözlenmiştir.
Satranç, eski’nin yeni çağdaş kültüre en değerli hediyesidir. Bu değer zaman içinde karşılaştığımız her sınıf insan ile, konuşulan her dilde, tüm uluslarda, hem erkek hemde kadınlar tarafından test edilmiş yegane olgudur. Öylesine nadir bir değerdir ki ; öğrenme, öğretme, paylaşma, yaratma, rekabet etme, eğlenme, başkalarına ve kendimize zarar vermeden faaliyette bulunduğumuz tek aktivitedir. Satranç bütün bu akviteleri içine alır ve bunun karşılığında yalnızca istediği : Meraktır.
Altıncı yüzyılda Hindistan’da doğan satranç, tüccarlarla İran’a geçti. Yedinci yüzyılda Araplar İran’ı alınca satranç Arap topraklarında yayılmaya başladı. Arap akıncıları ile birlikte Kuzey Afrika’dan İspanya’ya geçen satranç ortaçağda şövalyelerin gözde oyunu oldu. Arap ve Avrupa el yazmalarından sonra İspanyol Lucena’nın ilk basılı satranç kitabında (1497) satranca eklenen yeni kurallar açıklandı: Vezirin ve filin hareket alanlarının genişletilmesi, rok, geçerken alma, erin vezir olması. Böylece günümüze kadar değişmeden gelen kuralları ile dinamik, ustalık ve incelik dolu, bilgiye dayanan modern satranç dönemi başladı ve satranç, İspanya’dan sonra, İtalya, Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’da hızla yaygınlaşmaya başladı.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarında satrancın ilk büyük yıldızları belirdi: Anderssen, Morphy, Rubinstein ve Steinitz. Güçlü oyuncuların katıldığı turnuvalar yapıldı: 1851 Londra, 1857 New York, 1883 Londra, 1889 Hastings ve Saint Petersburg. İlk dünya satranç birincisi sayılan Steinitz’den sonra, Yirminci yüzyılın başlarında Lasker, Capabalanca, Alekhine ve Euwe, İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda, Botvinnik, Smyslov, Tal, Petrosian, Spassky, Fischer, Karpov, Kasparov, Khalifman ve Anand dünya satranç birincisi unvanının sahibi oldular. Böylece, olimpiyatlar, turnuvalar, uluslararası karşılaşmalar, dünya birinciliği maçları, turnuva kuralları, oyunların yazılması, oyunların ve bilgilerin binlerce kitapta toplanması, satranç saati, oyuncuların sınıflandırılması ve herkese açık satranç kulüpleri ile bir spor dalı olan satrancın bu özelliği en belirgin şekilde ortaya çıkmış oldu.
Adı oyun biliyorum ama hiç oyun gibi algılamamıştım, oyun her şeyden önce eğlenceli olmalıydı benim için. Satranç daha çok düşündüren, plan yaptıran, dikkat gerektiren, dikkat gerektiren ve yine dikkat gerektiren bir şeydi.
Dikkat konusunda iyi değilimdir, aslında sevmediğim konularda dikkat konusunda hiç iyi değilimdir. İnsanların saatlerce nasıl satranç oynayabildiğimi merak ettim. Üstelik eğlenceli bile değilken.
Tekrar satranç oynayamaya aslında kendimi zorlamaya başladım. Aslında satranç hakkında yazacak kadar ne usta bir oyuncuyum, ne de yeteri kadar oynadım, ama şimdiden beni şaşırtan şeyleri paylaşmak istedim,
– Oyun olarak algıladığım için, taşların nasıl hareket ettiğini bilmenin oynamak için yeterli olduğunu düşünüyordum, gerisi biraz şans, biraz karşı tarafın açığını aramaya bakar diyordum, kesinlikle yanlışmış.
– Bir kere oyun değil zaten, beyin jimnastiği dediğimiz türden şeylerden biri. Oyun kelimesi çok hafifsiyor J
– Stratejinizin olması, hamlelerin bilerek yapılması gerekli. Tesadüflere bırakınca tek sonuç çıkıyor karşınıza, yenilgi…
– Kesinlikle tüccar oyunuymuş, risk almazsan kazanamazsın. Vermeden alamazsın, uygun zamanda ağırlık atmazsan ilerleyemezsin. Ticaret eğitimi aldım, onca stratejik yönetim, personel yönetimi, risk analizleri vs gibi derslerin yerine satranç öğretselermiş bize, olayı çok daha hızlı kavrayabilirdik.
– Vazgeçilmeyecek hiç bir şey yok, Şah dışında. Ancak bu vazgeçme öyle iyi ayarlanmalı ki, diğer taşlar görevlerini sonuna kadar yerine getirmeli, olmadık yerde Şah’ı yalnız bırakmamalı.
– Alanı ve taşları korumak yetmiyor, mutlaka bir saldırı planı olması gerekli. Barışçıl çözümlerle kazanmak mümkün değil.
– Satrançta kazanmak için ille de karşı tarafın bütün taşlarının alınması tahtanın boşaltılması gerekmiyor, onları sıkıştırmak da işe yarıyor. (Tam da bu yüzden ağırlık atılması gerekiyor zaten, bazen korunmak için yakınımızda tuttuğumuz kendi taşlarımız sonumuzu hazırlıyor)
Birkaç aydır oynuyorum. Çok sevdim, başkaları saatlerce oynarken ne düşünüyor bilmiyorum ama keyif alıyor ve eğleniyorum. Piyonlarımı ilerletirken “size ölmeyi emrediyorum” diyorum. Kalemi kurtarmak için atımı çıktığımda “ atlı birlikler geliyor, dayanın” diyorum. Vezirimi erken kaybettiğimde, “özür dilerim, intikamını canım pahasına alacağım” diyorum. Vezir gittikten sonra genelde oyunu kaybediyorum, yalan olmuyor J. Satranç tahtası çeşitli savaşlara konu oluyor. Bazen Osmanlı, bazen Kızılderili, bazen bir iç savaş. Bazen sadece karşı tarafı ele geçirmek, içine sızmak, sıkıştırmak, teslime zorlamak oluyor mesele. Sonuç olarak kimin kazandığının bir önemi yok aslında. Her bir oyun başka bir keyif oluyor, yensem de yenilsem de. Her yenilgim yeni bir şey katıyor bana, ukalalığımı yüzüme vuruyor, dikkatsizliğimi, sahip olduğum şeyleri yeteri kadar önemsemediğimi, umursamazlığım ya da cesaretsizliğim nedeniyle almadığım risklerin sonuçlarını gösteriyor bana.
Satranç bir oyunsa, hayat daha büyük bir oyun ve satranç tahtası güzel bir hazırlık yeri.
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
Programların hazırlanışında emeği geçen http://www.trchess.com adresine teşekkür ederiz. |
Turkbase programını Namık Tunur yapmıştır.
sp98 kullanım kılavuzunu sayın Tahsin Aktar hazırlamıştır.
Swiss Manager kullanım kılavuzunu Tahsin Aktar hazırlamıştır.
Swiss Manager takım döner turnuva kullanım kılavuzunu Abidin Ünal hazırlamıştır.
Swiss Manager isviçre sistemi takım turnuvası kullanım kılavuzunu Recep Karaç hazırlamıştır.
Bize bu bilgileri sağladığından ve programları toplu halde sitesinde yayınladığından dolayı Abidin Ünal’a teşekkür ederiz.
http://www.satranc07.com/dosyalar/programlar.htm